Hep sormuyor muyuz?
Türkiye neden kalkınamıyor?..
Sanayimiz neden gelişmiyor?..
Eğitimimiz neden yamalı bohçaya döndü?..
Kafamızda soru çok…
Tamam!
Problemli bir bölgede yaşıyoruz. Ortadoğu ve arap yarımadasının bütün sorunları bize de sirayet ediyor. Tüm sınır komşularımızla hatta komşu olmayanlarla da sorunluyuz. 40 yıldır terörle mücadele ediyoruz. Ama bu sorunların sebebi yine biziz. BOP eşbaşkanlığı sürecinde tüm islam aleminin abisi olmaya soyunup onlara kafa tutan, 50 yıldır arap dünyasının hamisi olan Mısır’dan bu misyonu alma uğruna onunla kanlı bıçaklı olan, 40 yıl önce başlayan PKK terörüne “bir avuç çapulcu” diyerek kendi haline bırakan yine biziz.
Coğrafya bir kaderdir bunu değiştirme olanağımız yok ama bu sorunları aşmak için mucizeye de ihtiyacımız yok. O mucize bize 100 sene önce geldi. İhtiyacımız olan her alanda gerekli reformları güçlü bir irade ile gerçekleştirmek ve milli kimliğimize sahip çıkmak.
Sonrasında çalışmak, çalışmak, çalışmak…
Peki bunları niye yapamıyoruz?
Aslında bunların neredeyse tamamı cumhuriyetin ilk yıllarında yapıldı.
Almanlarla ortak ilk savaş ve kargo uçağı fabrikası 1927’de Kayseri’de kuruldu. Burada uçak filomuzdaki A-20, F-13, G-23 tip uçakların bakımları yapıldı. Üretim hattında Amerikan Hawk II uçaklarından 24 adet, Alman Gotha tipi uçaklardan 43 adet üretildi. Sonra 2.dünya savaşı başlayınca ekonomik zorluklardan kapandı.
İlk özel sermayeli uçak fabrikası 1940’da Nuri Demirağ tarafından İstanbul’da kuruldu. Burada açılan “Gök Okulu” ile 290 pilot öğrenci yetiştirildi. Üretilen ilk yolcu uçağı NuD-36 saatte 325 km hız yapabilen ve 1000 km menzili olan bir uçaktı. Burada daha bir üst model NuD-38 de üretilmiştir. Ayrıca Kızılay’ın siparişiyle modeli Türk mühendisler tarafından çizilmiş, motorlar hariç tüm aksam Türk teknisyen ve işçisine ait olan 65 adet planör de üretildi. Bir gösteri uçuşunda planörlerden biri düşünce Kızılay uçakları almadı ve Nuri Demirağ ekonomik olarak bu yükü taşıyamadı ve battı.
İlk yerli otomobil fabrikası 1961’de dönemin cumhur başkanı Cemal Gürsel’in teşvikiyle 1.400.000 tl ödenekle Eskişehir Tülomsaş’ta açıldı. Projeye yurt içi ve dışından 23 mühendis çağırıldı. Willy’s Jeep, Chevrolet, Ford Consul, Fiat gibi modeller incelendi. Döküm parçalar Sivas’ta, işlenmesi Ankara’da yapıldı. Tüm parçalar Eskişehir’de toplandı. 4 kişilik, toplam 1.100 kg ağırlığında 4 zamanlı ve 4 silindirli, 50 BG gücünde tamamı yerli olan 3 adet otomobil üretildi. Adına da “Devrim 1-2-3” denildi. Sonra bu projeye Cemal Gürsel finansal destek sağlamadığı için unutuldu gitti.
Eğitim ve kırsal kalkınmada bir devrim projesi niteliğinde olan “Köy Enstitüleri”, Atatürk’ün gerçekleştirilmesini çok istediği bir projeydi. Bu dönemde 13 milyonluk Türkiye nüfusunun %80 i kırsalda yaşamaktaydı. Cumhuriyet döneminden önce okuma yazma oranı %15 idi. Harf inkılabıyla bu oran kırsalda sıfıra düşmüştü. Bu sebeple Atatürk, birçok aydın ve devlet adamı ekonomik kalkınmanın kırsalda başlaması gerektiğini savunuyorlardı. Hatta İsmet İnönü o dönemde çiçeği burnunda bu yeni cumhuriyeti “Bozkırın ortasında kurulmuş bir köylü cumhuriyeti” olarak tanımlamıştı.
Kırsalda başlayacak adına da “Köy Enstitüleri Projesi” denilen bu kalkınma planını biraz daha detaylı inceleyelim.
Atatürk’ün direktifleri ile bu projenin hazırlıkları 1935 yılında başladı. 2 yıl içinde dönemin milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel ve ilköğretim genel müdürü olan İ. Hakkı Tonguç gibi eğitimcilerin üstün çabalarıyla bu proje uygulamaya kondu. 17 Nisan 1940’da kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’na göre, enstitülerin görevi köy öğretmeni yetiştirmenin yanı sıra sağlık görevlileri, teknisyenler gibi meslek ustaları da yetiştirmekti. Bu süreçte yetişen eğitmenler köylerde kalarak çiftçiye okuma yazmayı öğretecek, çiftçinin sorunlarının çözümünde devlet ile koordinasyonu sağlayacak ve ziraat mühendisleri ile beraber çiftçiye toprağı verimli şekilde işlemeyi öğretecekti. Bunun bir diğer adı verimlilik projesiydi.
Köy Enstitüleri projesi, köy kalkınmasına ve Türk eğitimine yeni ve alışılmadık bir soluk getirmiştir. Projenin başında öncelikle ziraate elverişli alanlar tespit edilmiş, bu alanlarda üretilebilecek ürünler belirlenmiş, yetiştirilebilecek öğretmen, sağlıkçı, teknisyen gibi meslek erbabı kişiler planlanmıştır. 1937’de Köy Enstitüleri tasarısı meclise getirilerek büyük tartışma ve eleştirilere rağmen 148 red oyuna karşılık 278 oyla kabul edilmiştir.
İlk etapta “Köy Eğitmeni” projesi ile eğitimci sorunu çözülmüştür. Bu projeye destek verecek öğretmenler, araştırmacı mühendisler, Türkiye Bilimler Akademisi üyeleri ve Ankara Ünv. tarih bölümü doktora öğrencileri köylere yollanmıştır. Bu kişiler bir taraftan çiftçiye okuma yazmayı öğretmiş diğer taraftan çiftçilere üretim araçları ve tarım yöntemlerini anlatmış, onlara kullandıkları tarım araçlarıyla ilgili bilgiler vermiştir. Ayrıca askerliğini çavuş/onbaşı olarak yapan yetenekli köylü gençler 6 aylık kurslarla eğitilerek, kendi köylerine eğitmen olarak gönderilmişlerdir.
Köy Enstitülerinin kuruluşunda, enstitülere alınacak öğrencilerin köyde doğup büyümüş, köy hayatının zorlu yaşama koşullarını bilen gençler arasından seçilmesi temel ilke olmuştur. Köydeki eğitimin amacı halka sadece okuma yazma öğretmek ve pratik bilgiler vermek değil, nüfusun %70’ini oluşturan köy toplumunun ulusal ilerleme yolunda, ekonomik ve kültürel yönden çağdaşlaşmasını sağlamak olmuştur.
İlk kurs Eskişehir’in Çifteler köyünde Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliğinde açılmıştır. Daha sonra İzmir Kızılçullu’da, Kırklareli Kepirtepe ve Kastamonu-Gölköy’de Köy Öğretmen okulları açılmıştır.
“Enstitü” ismiyle başlatılan bu projede tarım, demircilik, marangozluk, tamircilik gibi teknik eğitimler de verilmiştir. Dönemin MEB Hasan Ali Yücel, bu projeyle ilköğretim meselesini 15 senede halletmeyi hedeflemiştir
Proje kısa zamanda beklenenin üzerinde bir başarı kazanarak yaygınlaştırılmıştır. Adana Haruniye, İzmit Adapazarı ve Arifiye, Antalya Aksu, Balıkesir Savaştepe, Isparta Gönen, Kars Cılavuz, Malatya Akçadağ, Kayseri Pazarören, Samsun Ladik, Trabzon Beşikdüzü, Konya İvriz, Sivas Yıldızeli, Erzurum Pulur, Aydın Ortaklar, Diyarbakır Ergani ve Dicle, Van Ernis bölgeleri olmak üzere yurdun her yanını kapsayacak şekilde 21 ilde Köy Enstitüsü kurulmuştur. Köy enstitülerinde devletin az bir yardımı ile öğretmen adaylarının, çok çalışarak kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimleriyle, çalışma yerlerini yapmaları, onların bu işe ne kadar önem ve değer atfettiklerini göstermiştir. Enstitü öğrencilerinin aldıkları genel kültür ile mesleki bilgiler ve uyguladıkları tarım çalışmaları köy için gerekli olan beceriyi kazanmalarını sağlamıştır. Köy Enstitüleri toplum tabanında gerçekleştirdiği sosyo-ekonomik kalkınmayı, eğitimde aşıladığı planlı üretim bilinciyle sağlamıştır.
Köy Enstitülerinden Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Mahmut Makal gibi yazarlar çıkmıştır. Bu yazarlar, eserlerinde köy sorunlarını işleyerek, sosyal ve kültürel yönlerden köy toplumlarının bilinçlenmesini sağlamış, edebiyatımızda Köy Enstitülü yazarlar kuşağı oluşmuştur. Buradan onlarca üniversite profesörü, hukukçu, güzel sanatlar ve çeşitli meslek kollarında çalışan ve yüksek kademelere gelen insanlar yetişmiştir.
Hasan Ali Yücel, Enstitüleri “bir arı kovanı halinde tam bir aile görüşü ile kendi ihtiyaçlarına cevap vermek mihveri etrafında işleyen bir insan fabrikası”na benzetmiştir.
1950’de Demokrat Parti iktidara gelince, politik çıkarlarına ters düştüğü için ilk önce Köy Enstitüleri yasasında değişiklik yapmış ardından Türkiye’de gerçekleştirilmiş olan bu özgün eğitim kurumlarını kapatmıştır. Demokrat Parti’nin etkili muhalefeti sonucu, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç da İlköğretim Genel Müdürlüğü görevlerinden ayrılmışlardır. Hatta Hasan Ali Yücel, dönemin muhalif isimleri olan Mareşal Fevzi Çakmak ve DP İstanbul İl Bşk. Kenan Öner tarafından komünistlikle ve onları desteklemekle suçlanmış, Eskişehir Mahmudiye ve Hamidiye Köy Enstitüsünün “komünist yuvası ve sistemli komünist propagandası” olduğu iddiaları ortaya atılmıştır. Kendi gençlerini ve çiftçisini ısrarla komünist olarak niteleyen bu anlayış sonucunda dönemin cumhur başkanı İsmet İnönü ve meclis tarafından tüm enstitüler kapatılarak mevcut sistemin içinde eritilmiştir.
Enstitülerin kapatılmasında son kararı veren İsmet İnönü bu konudaki üzüntüsünü anılarında şöyle yazmaktadır:
“Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım, ama herkes zanneder ki Hasan Ali Yücel’i Tonguç’u isteyerek değiştirdim. Köy Enstitülerinin kapanmasına neden oldum diye benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm vardır. Aslında o zaman bir sürü olaylar oldu. Kurultaylarda Enstitüler aleyhine bir cereyan başladı. Ben bunların doğru olmadığını yerine giderek tespit ettim ama bu o kadar yoğunlaştı ki grubu etkiledi. Grubun büyük çoğunluğu Köy Enstitülerinin aleyhine döndü. Bakanlar içinde Köy Enstitülerine karşı tavır alanlar çoğaldı. En çok da bu konuda Köy Enstitülerinden şikayet edilenlerin başında MEBHasan Ali Yücel’le, Genel Müdür Tonguç hedef alınıyordu. O sırada ordudan Mareşal Fevzi Çakmak’tan (1876-1950) Genelkurmay Başkanlığından ayrılmadan önce, yoğun şikayetler başladı. Mareşal, “ Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın ? ” diye soruyordu. Mareşal bunu adeta bir mesele haline getirmişti. Köy Enstitüleri etrafında bu çok yoğunlaştı”
Buradan şunu anlayabiliriz. Ulusal kalkınma konusunda başka ülkeleri suçlamadan önce sorunu önce kendi içimizde aramalıyız.